cupure logo
depremaralıkçocukafaddeprem depremafad depremlererdoğandepremlercumhurbaşkanıtutuklandı

Al gözüm seyreyle

Semerkant’tan yine 2 saatlik bir hızlı tren yolculuğuyla Buhara’ya ulaşıyoruz. Sırada Ark Kalesi var. M.Ö. 5 yy.’da inşa edilmiş. Son şeklini 16. yy.’da almış. Başlangıçta bir askeri üs olarak tasarlanmış. Zaman içinde siyasi ve sosyal yaşamın merkezi haline gelmiş. 1920’de Sovyetler’in Buhara işgaline tanıklık etmiş. Kale, koruma ve askeri savunma özelliklerini taşıyor. Dört hektar genişliğe, 20 metre yüksekliğe sahip dikdörtgen temelli bir yapı. Kalenin önünde rengarenk giydirilmiş develer, turistlere fotoğraf imkânı sağlıyor. İç avluda hükümdarın kaldığı yer, yönetim odaları, cami, arkeolojik park ve diğer sosyal merkezler yer alıyor. Taş işçiliği dikkat çekiyor. Kalede çağdaş sanat Kalede 1. Buhara Bienali’ne denk geliyoruz. 39 ülkeden 200’ün üzerinde katılımcının eserleri yer alıyor. Yüz farklı bienal mekânından biri de Ark Kalesi. Emaye kap ve kacaklardan yapılmış şahane bir yerleştirmenin, bulunduğu atmosferle oluşturduğu tezat sanatın ta kendisi. Tarihin içinde çağdaş sanat görmek müthiş bir deneyim. Bir kukla yapım atölyesine giriyoruz. Kukla yapımının aşamalarını öğrendikten sonra, atölyenin sahibinin gerçekleştirdiği kukla performansını izliyoruz. TARİHİN İÇİNDEN OKULA YÜRÜMEK Sırada İsmail Samani Türbesi var. Türbe, Buhara şehriyle UNESCO Dünya Mirası olarak kabul edilen bir alanda yer alıyor. 10. yy’de inşa edilen yapı, dönemin mimari zarafetinin simgesi olarak kabul ediliyor. Adını aldığı İsmail Samani zamanında Buhara önemli bir kültür ve bilim merkezi haline gelmiş. Yapı tuğladan inşa edilmiş. Özbekistan genelindeki renk cümbüşü yok burada. Tuğlanın ince bir işçilikle ve nasıl zarafetle kullanıldığına şahit oluyoruz. İmam Buhari anısına yapılan müzede ise Semerkant’ta gömülü olan Buhari’nin mezarından alınan toprak bir cam haznede korunuyor. Buhara’nın eski şehir kısmında yürüyoruz. Derme çatma bir binadan sırt çantalı bir okul öğrencisi fırlıyor sokağa. O bir medresede eğitim görmüyor. Modern bir okula gidiyor. Ama oraya giderken tarihin içinden çıkıp yürüyor okul yolunu. Ne geniş bir dünyası olmalı. Bizim turistik ‘tarihin içinde olma’ deneyimimiz onun hayatının bir parçası. Hemen karşısında da modernite duruyor. Bir açık hava müzesi HİVE Özbekistan keşfinin son durağı olan Hive’ye gitmek üzere otobüse biniyoruz. Seneye buraya da hızlı tren yapılması planlanıyor. Sekiz saatlik zorlu bir yolculuk. Toprak yollarda, akşam 5’te kararan havanın etkisiyle karanlıklara bakarak, eski demiryolları üzerinden geçerek Harezm bölgesine ulaşıyoruz. Burada gezeceğimiz şehir, Hive bölgenin 2 bin 500 yıllık incisi. Ülkenin batısında tarihi İpek Yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi işlevi görmüş. İçhan Kale adı verilen surlarla çevrili eski kentte saraylar, camiler, medreseler, restoran, otel, kafe ve alışveriş stantları bulunuyor. Bir açık hava müzesi gibi. Yüksekliği 8 metre olan kale duvarlarıyla çevrilmiş dar sokaklarda gelin damatlara rastlanıyor sık sık. Hiçbir yeni yapı yok. Tarihin alabildiğine içindeyiz. Modern kentin bitip tükenmek bilmeyen uyaranları ortadan kakınca kendi kişisel tarihini de sorguluyor insan. Özbekistan’ın belki de en önemli özelliği bu: “Üstünüzdeki tüm gündelik yükleri alıyor, al gözüm seyreyle dedirten bir tarihin içinde sizi sizinle baş başa bırakıyor.” Kısa minarenin hikâyesi 10.yy.’a tarihlenen Cuma Cami’de 212 ahşap sütun bulunuyor. Ahşap işlemeciliği göz kamaştırıyor. Yaklaşık 2 bin kişi aynı anda burada namaz kılabiliyormuş. Ve Hive’nin simgesi Kalta Minor. 1851’de Hive hanı tarafından yaptırılmış. Han, bu minareyi şehirdeki en büyük minareyi yapmak için inşa ettirmiş. Hedef 70 metreymiş. Ama bilinmeyen nedenlerle inşası yarıda kalmış, 26 metresi tamamlanmış. Bu nedenle adı kısa minare. Yine de çini işçiliğinin mükemmel örneklerinden biri olarak yeterince heybetli. SOHBETİMİZ UZUN SÜRSÜN On gün süren zengin bir programa sahip bu basın gezisinin ardından şunu söyleyebilirim. Klasik tatil rotalarından sıkılanlar, Orta Asya kültürünü merak edenler için mutlaka keşfedilmesi gereken bir ülke Özbekistan. Bol bol düşüncelere dalacağınız, kendinize yaklaşıp onu konfor alanının dışında deneyimleme ve kimi sırlarını öğrenme şansını elde edeceğiniz bir coğrafya. Tarihi güzellikler ülkesi. Geçmişin kadim izlerinde sükuneti hissetme pratiği. Özbeklerin çok hoş bir çay seremonileri var. Yemeğin başında ve sonunda içtikleri çayı demlikte sofraya getiriyorlar. Kulpsuz bir fincana çayı döküp sonra tekrar demliğe boşaltıyorlar. Çay demlensin diye 3 kez tekrarlıyorlar bunu. Sonunda fincana çok az çay koyup ikram ediyorlar. Bunun anlamı, çayımızı azar azar içelim, sohbetimiz uzun sürsün. Sözün özü: Uzun bir sohbet Özbekistan. Tadına doyum olmayan. Tarihin gölgesinde sükunet: ÖZBEKİSTAN

Yorumlar

Benzer Haberler

Son Dakika Haberleri