cupure logo
trumpabdsavaşbakanlığıisrailsavaş bakanlığıavrupagazzekarartürkiye

21. yüzyılda Bolivarcılık ve Venezuela'nın İran ile ortak düşmanı: ABD

21. yüzyılda Bolivarcılık ve Venezuela'nın İran ile ortak düşmanı: ABD
Venezuela, 1999’da Hugo Chávez’in iktidara gelişiyle “Bolivarcılık” ideolojisine yönelerek ABD’nin neoliberal politikalarına karşı “21. yüzyıl sosyalizmi” söylemini benimsedi. Ancak bu ideolojik dönüşüm, ihracatının yüzde 90’ını ABD’ye yapan, sanayi ve tarımı gelişmemiş, altyapı sorunları ve yolsuzluklarla zayıflamış Venezuela ekonomisini derin bir çıkmaza sürükledi. Chávez’in sosyal yardımlara dayalı politikaları kısa vadede destek sağlasa da petrol bağımlılığı ülkeyi kırılgan hale getirdi. Nicolás Maduro döneminde ise ABD yaptırımlarının da etkisiyle ekonomi hiperenflasyon, kıtlık ve kitlesel göçlerle ağır bir krize girdi. Bu süreçte Caracas yönetimi, ABD’ye karşı Rusya, Çin ve İran ile yakın ilişkiler kurarak ayakta kalmaya çalıştı. Ancak bu yeni ittifaklar ülkeyi gerçek anlamda bağımsızlaştırmak yerine farklı bir blok bağımlılığına sürükledi. ABD’nin yaptırımlar ve muhalefet lideri Juan Guaidó üzerinden yürüttüğü baskılar sonuçsuz kalırken, Venezuela yönetimi suç örgütleri, uyuşturucu trafiği ve dış desteklerle varlığını sürdürdü. Zengin petrol rezervlerine rağmen ülke, küresel ideolojik kutuplaşmanın arenasına dönüşürken halk açlık, yoksulluk ve göçle karşı karşıya kaldı. Bolivarcı devrim ise bağımsızlık ve refah yerine derin bir kriz tablosu ortaya koydu. Amerikan basını yazdı! ABD savaşa giriyor: Venezuela açıklarına 10 adet F-35 Petrol zengini Venezuela’yı ABD mi yoksa yanlış yönetim mi yoksullaştırdı? Büyük uyuşturucu kartellerinin olduğu ülkede, yaptırımlarla fakirleşen halk suça mı sürüklendi, yoksa ülke yönetimi bu kartellere sessiz mi kaldı?ABD karşısında birbirine kenetlenen 'Venezuela ve İran' için asıl mesele, halkın refahı mı, ideolojinin bekası mı yoksa elitlerin iktidarlarının bekası mı? ORTAK İDEOLOJİK DÜŞMAN İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Canan Tercan, Milliyet.com.tr'ye değerlendirdi;ABD ile mücadele eden, Venezuela 1999’da Bolivarcı sol ideolojiyi benimseyerek ABD bağımlılığına set çekti. Ancak bağımsızlaşma iddiası ile yola çıkan Venezuela, ABD den bağımsızlaşıp sol kutbun eski kaleleri Rusya ve Çin’e bağımlı hale geldi. Bu denklemde çok farklı bir ülke daha var, İran. Devletçiliğin baskın olduğu birbirinden tamamen farklı bu ülkelerde ortak nokta, ABD karşı duruş. Venezuela Devlet Başkanı Maduro'dan savaş açıklaması! 'Silahlı mücadele aşamasına geçeriz' Gelelim Venezuela’ya 21. yüzyılda Bolivarcılık, ideolojik olarak cazip görülebilir ama ekonomik olarak sürdürülebilir görünmüyor. Venezuela ABD’nin II. Dünya savaşındaki arka bahçesi ve 2000’lere kadar ucuz petrol kaynağıydı. Ancak meşhur tabir “kaynak laneti” Venezuela’yı da vurdu. Ana geliri petrolün %90 satışını ABD’ye yapan Venezuela’da bağımlı bir ekonomi geliştirildi ve sanayi geri bırakıldı. Dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olan ülkede, halkın %40’ı yoksuldu. Buna karşın ABD ve Venezuela elitleri ise büyüyorlardı. 1999’da solun iktidara gelmesi ile devlet ideolojisi değişti ABD’ye bakış da tersine döndü. Venezuela, ABD’ye bağımlı ekonomiden ayrılmaya karar verdi ama devletin alt yapısı buna uyumlu değildi. Önünde iki sorun vardı; petrolü kaybetmek istemeyen ABD ve fiilen değişime hazır olamayan ekonomik yapı. ABD ve Venezuela arasındaki ilişkiler, çoğu zaman enerji ve petrol merkezli açıklamalarla gündeme gelir, ama iki ülke arasındaki gerilimi yalnızca “petrol diplomasisi” üzerinden okumak eksiktir. Bu ilişkide belirleyici olan diğer unsurlar ekonominin yanında; ideolojik çatışma, toplumsal kırılmalar ve güvenlik boyutudur. Bugün Caracas ile Washington arasındaki gerilimi anlamak için Hugo Chávez’in iktidara geldiği 1999’a kadar gitmek gerekir. İDEOLOJİK ÇATIŞMA: BOLİVARCI SOSYALİZM VE AMERİKAN LİBERALİZMİ 1999’da iktidara gelen Hugo Chávez, kendisini Latin Amerika’nın bağımsızlık lideri Simón Bolívar’ın mirasçısı olarak tanımladı ve dışa bağımlılığın karşısında durdu. “Bolivarcı devrim” adını verdiği proje, sadece Venezuela iç siyasetine değil, kıtanın tamamına yön veren bir ideoloji haline geldi. Chávez’in sloganı netti: “21. yüzyıl sosyalizmi”. Bu söylem, Washington’un Latin Amerika’da onlarca yıldır uyguladığı neoliberal politikaların karşısındaydı. Bolivarcılık yayılınca ABD için Venezuela, aynı zamanda “tehlikeli bir model” haline geldi. Çünkü Chávez, yoksulları devlet kaynaklarıyla destekleyen sosyal politikalarıyla hem içerde geniş kitleleri mobilize etti, hem de Brezilya’dan Arjantin’e kadar birçok sol hareketi canlandırdı. 2000’lerin başında Latin Amerika’da yükselen “pembe dalga” (Pink Tide), Chávez’in ideolojik liderliğini kabul etmişti. Bu ise ABD bölgedeki politikalarına tamamen zıttı. 'Türk Kara Kuvvetleri muazzam!' İsrail televizyonunda Türkiye itirafı: Savaşmaya hazır değiliz! Washington’un tepkisi 2002 yılında Venezuela’da Chávez’e karşı gerçekleştirilen darbe girişimi ile netti. Chávez, darbe girişiminin ardındaki ABD’yi “emperyalist güç” olmakla suçladı ve ülkesini Latin Amerika’nın bağımsızlık mücadelesinin öncüsü olarak konumlandırdı. İdeolojik çatışma süreci yalnızca diplomatik açıklamalarla sınırlı kalmadı. Uluslararası örgütlerde de benzer bir cepheleşme görüldü. Venezuela, ALBA (Bolivarcı İttifak) gibi sol eksenli bölgesel örgütleri desteklerken; ABD, Lima Grubu ve OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) üzerinden Caracas’ı izole etmeye çalıştı. Venezuela–ABD ilişkilerinde ideolojik kutuplaşma, sadece devlet başkanları düzeyinde değil, halklar arasında da yankı buldu. Latin Amerika genelinde Washington karşıtı halk hareketleri Chávez’i bir “kahraman” olarak görürken, ABD’de yaşayan Venezuelalı diaspora tam tersi pozisyon aldı. Venezuela Bolivarcı ideoloji ile yürüyordu ancak, reel ekonomi ve uluslararası finans ilişkileri, 21. yüzyılda romantik ideolojilerin ötesinde şekillendi. Chávez’in keskin sol ideolojisi dışa bağımlı yapıya sahip Venezuela ekonomisi için çözüm getirmedi. %90 ihracat oranı ile ABD’ye bağımlı Venezuela ekonomisi bu keskin dönüşü kaldıramadı. Çünkü, sanayi gelişmemiş, tarım ihmal edilmiş, teknoloji yatırımı yapılmamıştı, petrol vardı ama işleyecek rafineriler yeterli değildi yani altyapı eksikti. ABD’ye karşı durmak, Venezuela’ya yıllar içerisinde büyük ekonomik yıkımlar getirdi. Sosyal yardımlara yönelen ülke ekonomisi, çeşitlilikten yoksundu Bunların yanında ciddi yolsuzluk sorunları vardı. Neticede, Chávez döneminde yıllar içinde gerileyen ekonomi, Başkan Moduro döneminde ABD baskısı ve yaptırımların artması ile iyice içinden çıkılmaz hal aldı. Content Video - ABD’den Venezuela gemisine saldırı: 11 kişi öldü, görüntüler ortaya çıktı! MODURO’YA TRUMP’IN İLK DÖNEM HAMLESİ 2017’den itibaren ABD, Maduro yönetimini sıkıştırmak için ağır finansal yaptırımlar getirdi. Venezuela Merkez Bankası’nın uluslararası işlemleri engellendi, devletin borçlanması yasaklandı. 2019’da ise Washington ve Avrupa ülkeleri daha da ileri giderek Venezuela’nın yurt dışındaki mal varlıklarına el koydu. İngiltere Merkez Bankası’ndaki yaklaşık 1 milyar dolarlık Venezuela altınına erişim engellendi. PETROL İLE GELEN YOKSULLUK Tüm bunlara direnen Venezuela’da 2019’a gelindiğinde halkın %90’ı yoksuldu. Enflasyon oranı %10 milyon seviyesine ulaşmıştı (IMF verisi). Gıda ve ilaç kıtlığı ciddi noktaya gelmişti. Halk BM gibi yabancı kaynaklardan gelen yardımlarla yaşıyordu. 2015–2019 arasında milyonlar ülkeden göç ettiği ülkede aileler besleyemedikleri çocuklarını evlat edindirmeye çalışıyorlardı. Dahası, insan ticareti, uyuşturucu ve pek çok suç yaygın hale geldi. Venezuela’da seferberlik ilan edildi: Milis gücü genişliyor! ABD DESTEĞİ İLE ULUSLARARASI DARBE: MUHALEFET LİDERİ KENDİNİ BAŞKAN İLAN ETTİ ABD Venezuela’yı eskiden olduğu gibi ucuz petrol kaynağı olarak görmek istiyordu. ABD gibi pek çok ülke de, kapitalist sisteme entegre ve kendileri ile uyumlu, liberal bir Venezuela’da hemfikirdi. Dahası sosyalizm modeli başarılı olursa bu yayılacak ve kurdukları neoliberal sistem etkilenecekti. Bu yüzden muhalefet ile anlaştılar ve başkanlığı ona uygun gördüler. 2019 yılına gelindiğinde muhalefet lideri Juan Guaidó, kendisini “geçici devlet başkanı” ilan etti. ABD aynı gün Guaido’yu yeni başkan olarak tanıdı. Alışılmışın dışında olan bu durum bir süre devam etti. Guaido, (sözde) devlet başkanı olarak Washington’a büyükelçi atadı, Brüksel, Davos, Madrid, Londra’ya resmi(!)ziyaretlerde bulundu. Halkın seçmediği ama ABD ve Batı ittifakının seçtiği başkan “demokrasi” adına devletin yönetimi devralırken, vaadi Venezuela’nın ABD ve Batı’ya olan finansal yükümlülüklerini garanti altına almaktı, yani borçları ödemek. Bunun üzerine Venezuela’nın yurtdışında dondurulan varlıkları, bu borçların ödemesi için sözde başkanın kontrolüne devredildi. Ve Venezuela’nın ABD’deki petrol şirketi Citgo’nun kontrolü de verildi. Maduro’nun finansal kaynaklarını kısıtlamayı hedefleyen bu stratejik hamleler sonuç getirmedi. Halk ve ordu, sözde başkanı desteklemedi ve Başkan Moduro’yu diplomasi ile indirme girişimi başarısız oldu. ABD'de tarihi değişiklik, Trump imzayı atıyor: Savaş Bakanlığı geliyor! 2017’de Trump yönetiminin getirdiği ağır finansal yaptırımlarından yıpranan Caracas yönetimi bu süreçte petrolü Çin ve Rusya üzerinden satmaya çalıştı, fakat ABD’nin finansal sistem üzerindeki hâkimiyeti ve yaptırımlar bu ticareti büyük ölçüde sınırladı. RUSYA VE ÇİN’İN VENEZUELA VE İRAN’A DESTEĞİ Sosyalizmin eski kaleleri Rusya ve Çin’in desteği, Bolivarcı Venezuela ve İran’ın, ABD’nin yaptırımları karşısında ayakta kalmasını sağladı. Moskova, Maduro ve İran rejimine silah ve askeri teknoloji sağlarken; Pekin, iki ülkeye finansman ve altyapı yatırımları sundu. Örneğin 2019’da ABD yaptırımları nedeniyle İran petrol ihracatını azaltırken, Çin bu açığı kısmen kapattı. Aynı dönemde Venezuela, Çin bankaları üzerinden sınırlı da olsa finansal işlem yapabildi. Rusya ise Caracas’a savaş uçakları ve teknik destek sağlayarak Maduro rejiminin ayakta kalmasına katkıda bulundu. Bu dört aktör –Venezuela, İran, Rusya ve Çin– adeta “yeni soğuk savaşın sol ittifakı” görüntüsü verdi. Amaç belli idi liberal ABD ve Batı müttefiklerine karşı sol direniş. CHÁVEZ DÖNEMİNDE BAŞLAYAN İRAN-VENEZUELA DOSTLUĞU Amerika ve kapitalizm karşıtlığıyla bilinen İran, Venezuela ile Hugo Chávez döneminde yakınlaştı. Caracas–Tahran yakınlaşması, “anti-emperyalist dayanışma” üzerine inşa edildi. Chávez, Washington’u “yeni sömürgeci güç” olarak tanımlarken, İran liderleri ABD’yi “Büyük Şeytan” diye adlandırıyordu. 2006’da Chávez’in Tahran ziyaretinde, Ahmedinejad ile yaptığı ortak açıklamada kullandığı “İran ve Venezuela bir madalyonun iki yüzüdür” ifadesi durumu özetliyordu. Ekonomilerinde devletçi model benimsemiş olan Venezuela daha çok popülist-sosyalist devletçilik uygularken, İran teokratik-askeri bir devletçilik modeline sahipti. Venezuela’nın petrol, İran’ın ise petrol ve doğalgaz gelirleri toplam ihracatlarının %80–90’ını oluşturuyordu ve iki ülke de enerjiye aşırı bağımlı, devletin kontrol ettiği bir ekonomik yapıya sahipti. Bu da onları maruz kaldıkları Batı yaptırımlarına karşı kırılgan kılıyor ama birbirlerine dayanışma zemini sunuyordu. İRAN VE VENEZUELA İLİŞKİLERİNİN YAPTIRIM BOYUTU Kapitalist düzenin yaptırımlarına direnen, Venezuela, 2018–2020 arasında İran’a petrol ve altın göndererek, karşılığında gıda ve petrol ürünleri aldı. Ayrıca, ABD Hazine Bakanlığı raporlarına göre iki ülke, üçüncü ülkelerdeki offshore hesaplar üzerinden milyarlarca dolarlık kara para aklama faaliyetinde bulundu. UYUŞTURUCU VE İRAN Şİİ HİLAL’NİN VENEZUELA’DAN BAŞLADIĞI İDDİASI ABD, Venezuela’yı uyuşturucu trafiği iddiası ile itibarsızlaştırmak ve buradan bir kapı açarak ülkeye müdahaleye zemin hazırlamak istedi. Venezuela’daki “Cartel de los Soles” uyuşturucu çetesinin İran bağlantılı şebekelerle işbirliğinde olduğu ve dahası bu büyük çetenin doğrudan Maduro ve İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü ile ilişkili olduğunu iddia etti. 2011 sonrasına ait raporlarda, Venezuela çıkışlı kokain sevkiyatlarının Batı Afrika üzerinden Ortadoğu’ya ulaştığı, buradan da İran bağlantılı ağlar aracılığıyla dağıtıldığı ileri sürüldü. ABD ve Avrupa istihbarat raporları iki ülkenin uyuşturucu ekonomisinden elde edilen gelirlerle yaptırımları aşmaya çalıştığını vurguladı. Dahası, Mart 2020’de ABD Adalet Bakanlığı, Nicolas Maduro dahil 14 üst düzey Venezuela yetkilisi hakkında bu çete ile ilgili uyuşturucu kaçakçılığı suçlaması yöneltti. Maduro’nun başına da 15 milyon dolar ödül konuldu. Dahası, yine bu dönemde Hizbullah gibi aktörlerin Venezuela üzerinden finansal destek aldığı iddiaları da gündeme geldi ve Şii Hilali’nin Caracas’tan başladığı söylentileri yayıldı. Sonuçta iki eski müttefik, Venezuela ve ABD, ideolojinin ardından, uyuşturucu ticareti söylemi ile yeni bir çatışma alanına girdiler. Netice olarak; Venezuela, 21. yüzyılın küresel hesaplaşmasının ideoloji ayağının önemli bir aynasıdır. Geçen yüzyılda ideolojik savaşlar kan ve silahlarla verilirken, bu yüzyılda ideolojik savaşlar ekonomi ve yaptırımlar üzerinden veriliyor. Venezuela halkı; doğu- batı ideolojik ve ticari kutuplaşmasında, çatışmanın ortasında kalmış, petrol zenginlüği olmasına rağmen ekonomik alanda düşük seviyede yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakılmıştır. Suç oranlarının ve yolsuzluğun yüksek oluşu güvenlik sorunlarını da gündeme getirmiştir. ABD’nin yaptırımlar ve ideolojik müdahalelerle şekillendirdiği bağımlılık zincirinin karşısında Venezuela; İran, Rusya ve Çin ile kurduğu ideolojik ve iktidar odaklı direniş ittifakı yer almaktadır. ABD’nin tek taraflı yaptırımları halkı açlığa ve göçe sürüklerken, yönetimin güvenlik ve ekonomi zafiyeti suç şebekelerini ve ekonomik krizi daha da derinleştirmiştir. Solculuk Bolivarcılık Venezuela’ya bağımsızlık, zenginlik ve refah getirmemiş, ideolojik devrim durumu daha vahim hale getirmiştir. ABD bağımlılığından, Rusya, Çin ve İran bağımlılığına evrilen Venezuela gerçekten bağımsız bir ulus olamamış sadece liberal ideolojiden sol ideolojiye kaymıştır. Büyük suç örgütleri ve onlarla çalışan ülkelerde de bu durumdan istifade etmiştir. Venezuela, küresel kutuplaşmada, zengin petrolüne rağmen, vekalet savaşlarının sahası olmuştur.

Yorumlar

Dünyadan Haberler